DRESDEN – Bir kent düşünün; tarihi bir kent… Nice afetler, savaşlar atlatmış ama her seferinde yeniden toparlanmayı başarmış. Sokakları, binaları, sarayları, katedralleri ile tam bir kültürel hazine haline gelmiş tekrar tekrar… Avrupa’yı yerle bir eden İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli yılları boyunca dokunan olmamış ama savaşın sonuna doğru her şey değişmiş; bugün hâlâ tartışılan bir saldırının hedefi olmuş.
İngiliz ve Amerikan uçakları günlerce bomba yağdırmış insanların ve binaların üstüne. Bombardıman o kadar şiddetliymiş ki insanlar patlamaların yarattığı hasardan değil, ortaya çıkan ısının havadaki oksijeni emmesi nedeniyle boğularak yaşamını yitirmiş. Sadece iki günde (13-15 Şubat 1945) en az 25 bin kişi ölmüş, kentin büyük bölümü yok olmuş. Ama Dresden yeniden ayağa kalmış…
Dresden, Elbe Nehri’nin iki yakasına kurulu, yaklaşık 600 bin nüfusu var. Berlin Duvarı yıkılmadan önce Doğu Almanya sınırları içinde kalıyordu. Bugün Saksonya Eyaleti’nin merkezi… Eski (Altstadt) ve yeni (Neustadt) olarak ikiye ayrılıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın son aylarında yerle bir edilen şehir, eski unvanını kısa sürede yeniden hak etmiş: Kuzeyin Floransası…
Eski şehirden bir fotoğraf Bu kesinlikle hak edilmiş bir unvan. Berlin’e yalnızca iki saat uzaklıktaki şehre girer girmez tarih sizi içine çekiyor. Merkez tren istasyonundan kısa bir yürüyüşle eski şehre varıyorsunuz. Arnavut kaldırımları ve Barok mimarisini yaşatan katedraller, saraylar, müzeler ve daha birçok yapı sizi büyülüyor.
PORSELEN ŞEHRİNDE PORSELENLERDEN OLUŞAN GÖRKEMLİ ESER
Porselenleriyle ünlü olan Dresden’de porselen üretimi 1700’lü yıllara kadar uzanıyor. Bazı kaynaklara göre Avrupa’da ilk porselen üretimi burada başlamış. Bu nedenle ilk durağımız “Fürstenzug – Dük Alayı” adındaki duvar mozaiği oluyor. 104 metre uzunluğundaki mozaikten etkilenmemek imkansız. Bulunduğu sokağı iki kez boylu boyunca yürüyerek tabloyu inceledik. Bu görkemli esere dikkatli bakınca binlerce küçük porselen parçasından oluştuğunu görüyorsunuz; sayıyı öğrenince iyice şaşırıyoruz: Tam 23 bin parça porselen kullanılmış. Bu tablonun en büyük sırrı ve güzelliği bence bu porselenlerde saklı.
Fürstenzug Saksonya hükümdarlarının atlı alayını betimleyen bu devasa tablo 1127’de yapılmış. Dresden Bombardımanı sırasında ağır yara almamış nadir eserlerden biri. Bu tablonun yapımında Meissner porselenleri kullanılmış. Dünyanın porselenden yapılmış en büyük mozaik resmi olarak biliniyor.
HALK TARİHİ VARLIKLARINA SAHİP ÇIKMIŞ
Eski şehirdeki Tiyatro Meydanı’nda sizi tüm ihtişamıyla opera binası Semperoper, Frauenkirche ve Zwinger Sarayı karşılıyor. Bombardımanda harap olan eserlerden biri olan Semperoper, bugün dünyanın en güzel tiyatrolarından biri olarak kabul ediliyor. Sadece dış duvarları ayakta kalan binanın restorasyonu için Dresden sakinleri kampanya yürütmüş ve o dönem 1.5 milyon Doğu Almanya markı toplamış.
Zwinger Sarayı ise Dresden’in olağanüstü barok başyapıtı olarak bileniyor. Devasa bir avluya ve geniş bir sanat koleksiyonuna sahip. Barok mimarisinin en önemli yapılarından Frauenkirche ise görülmesi gereken bir diğer görkemli bina. Kilisenin dışı bombardıman sırasında yanmış ve yine Dresden halkının girişimleri ile tarihi dokusuna birebir uyularak tekrar inşa edilmiş. Birçok festivale ev sahipliği yapan kentte çok sayıda müze de mevcut.
AVRUPA’NIN BALKONUNDA GEÇMİŞE YOLCULUK
Tarihi meydanın ardından kısa bir yürüyüşle Avrupa’nın en güzel balkonu denilen “Brühl Terası”na varmak mümkün. Bu terastan hem nehir manzarasının tadını çıkarıyor hem de geçmişe yolculuk yapıyorsunuz. Bir tarafınızda tarihi yapılar diğer tarafınızda nehir karşınızda ise Augustus Köprüsü. Biraz nefeslenmek ve bir şeyler atışmak için çok uygun bir nokta.
Biz de kahvemizi içmek için oturduğumuzda görüyoruz ki birçok kişi de ellerinde sandviçleriyle nehri seyrediyor. Almanya’da toplumun çoğunluğu içecek ve yemeklerini yanında taşıyor. Hatta birçok atölyeye giderken bilgi maillerinde yapılan tavsiyelerin başında günlük atıştırmalıklarınızı yanında getirmeniz yönünde oluyor. Bu teras da bu atıştırmalıklar için çok uygun.
RENKLERİN IŞILTISINA KAPILMAMAK MÜMKÜN DEĞİL
Terasta kısa bir soluklanmanın ardından şehrin iki yakasını birbirine bağlayan tarihi Augustus Köprüsü’nden geçiyoruz. Böylece şehrin Neustadt tarafına geçmiş oluyorsunuz. Bu taraftaki binalar daha yeni ve düzenli. İş dünyası ve alışveriş merkezleri bu tarafta toplanmış. Ancak bu tarafta kendine has bohem havası olan bir bölümü de var. Bu bölümde cafeler, barlar, ikinci el kıyafet satan dükkanlar ve kitapçılar yer alıyor. Sokaklar ışıklı ve rengarenk.
Neustadt bölgesinde Haus Görlitzer Caddesi’nden Alaun Caddesi’ne kadar uzanan “Kunsthof Pasajı”na doğru ilerliyoruz. Pasajdaki rengarenk tasarım binaların fotoğraflarına belki bir yerde rastlamışsınızdır. Yıllar önce harap bir şekilde duran bu avlular için yeniden canlandırma fikri ortaya çıkmış. 5 ayrı avludan oluşan, ilginç tasarımlı binaların ve tasarım dükkanlarının olduğu bu geçitte yapıların cepheleri farklı farklı tasarlanmış. Bu bölümlerin isimleri şöyle: Elementler Mahkemesi, Işık Mahkemesi, Hayvanlar Mahkemesi, Efsanevi Yaratıklar Mahkemesi ve Metamorfoz Mahkemesi. Renklerin ışıltısına kapılmamak mümkün değil.
Şehirden ayrılmadan önce bir İtalyan pizzacısına uğruyoruz. Ara sokaklarında kaybolduğumuz Dresden tam bir yürüme şehri. Yaklaşık 2 tam günde tüm şehri yürüyerek gezebilirsiniz. Almanya’da görülmesi gereken şehirler listenize alın.
